Zaman, işledikçe mekânları törpüleyen, onlardan bir şeyler alan, tabiri caizse düşmanlık eden bir kavram. Özellikle kent kültüründe zamanla yaşanan değişimler, geçmiş ile kurduğumuz pek çok anlamlı ilişkiyi önce zayıflatıp, ardından törpülüyor. Sanat, zamanın bu yıpratıcılığını durdurabilen yegâne unsur. Bir tabloda, film ya da fotoğraf karesinde sonsuza kadar sabitlenip kalabiliyor geçmişin güzellikleri.
Bunlardan biri de şüphesiz ‘İstanbullu’ olarak anılan James Robertson. Ölümünün üzerinden 150 yıla yakın bir zaman geçtiği halde, Robertson’un çektiği İstanbul kareleri hâlâ çok değerli ve büyüleyici. İlginç bir yaşam öyküsü olan Robertson, aslında fotoğrafçılığı meslekten ziyade ‘hobi’ olarak yapmış bir ‘zanaatkâr’…konu, fon ve kimi zaman kahraman olarak tercih edilen İstanbul olunca, geçmişin güzellikleri daha da değerli oluyor. Bu nedenle İstanbul’u fotoğraflamak tarih boyunca hep önemli olmuş ve İstanbul, tüm sanatçılar gibi fotoğrafçıların da hayallerini süsleyen rüya şehir olarak kalmış.
Ünü İstanbul’a kadar ulaşan bu usta gravürcüyü Sultan Abdülmecid, darphane yenileme çalışmaları esnasında davet ediyor. 1941 Haziran’ında aylık 44 Osmanlı Altın Lirası maaşla ‘başhakkâk’ olarak işe başlatıyor Sultan. Ve Osmanlı Devleti’nin ilk modern altın ve gümüş sikkelerinin üretimi başlıyor onun gelişinden sonra.1813 yılında Londra’da dünyaya gelen James Robertson’un profesyonel meslek hayatı Londra Kraliyet Darphanesi’nde gravürcü olmasıyla başlıyor. İşinde ustalaştıkça ünü dünyaya yayılan Robertson, bu işi 1940 yılına kadar yapıyor. Bu dönemde yaptığı 4 ayrı madalya çalışması, daha sonraki dönemlerde Kraliyet Akademisi’nde sergilenmiş.
Bu oldukça yetenekli ve üretken ‘başhakkâk’, bununla yetinmiyor ve vazife yaptığı 37 yıl boyunca 30’a yakın değişik madalya ve paranın desen/kalıplarını hazırlıyor. Hizmetlerinden memnun olan Sultan, 1851 yılında onu ‘iftihar nişanı’ ile taltif ediyor. Tam da bu dönemde, keşfi ve sonrasında yaygınlaşması Osmanlı coğrafyasında da baş gösteren fotoğrafçılık dikkatini çekiyor sanatçının. 1853 yılında başlıyor ‘Robertson fotoğrafçılığı’. Ekim 1853’te Londra’da piyasaya çıkarılan İstanbul fotoğrafları albümü haberlerinin yer aldığı İngiliz gazeteleri, ününü hem dünyaya hem de payitahta kadar ulaştırıyor.
Onu dünya çapında meşhur eden fotoğrafları ise 1854 yılı Mayıs ayında, dönemin Genelkurmay’ı sayılan, bugünkü İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde bulunan Seraskerlik Kulesi’nden çekiyor. 360 derece panoramik fotoğrafçılığın da ilklerinden sayılan ve bilinen en eski panoramik İstanbul fotoğrafı kabul edilen bu çalışmada Robertson, 12 ayrı fotoğraftan oluşan bu eserini kulede yan yana bulunan 12 farklı pencereden çekerek elde ediyor. Dönemin teknik şartları ve imkânları düşünüldüğünde hayli zor bir çalışma olan bu fotoğraflarda, kameranın çok hassas bir biçimde yerinin değiştirilmesi ve baskıda bir görüntünün bittiği yerde arkasından gelen diğer görüntünün başladığı yerin birbirine uyması gerektiği için, Robertson’un ikinci denemede başarılı olduğu biliniyor.Bundan bir yıl sonra Cadde-i Kebir’de bir stüdyo ve satış mağazası açan sanatçı, çekimlerinde yeni teknikler de kullanarak ününe ün katıyor. 1855 yılında London Photographic Society’ye ait galeride bulunan bir sergide 20 İstanbul fotoğrafı sergilenen sanatçı, aynı yıl İstanbul fotoğraflarıyla Uluslararası Paris Sergisi’ne katılan Robertson, 1. sınıf bir madalya ile ödüllendiriliyor.
James Robertson’un fotoğraf dili, şehrin mimarî yapısını ve insan figürlerini değişik açılardan kullanması, eserlerine ayrı bir çekicilik katıyordu. Fotoğraflarında teknik olarak Bizans ve Osmanlı mimarisini aynı kadrajda farklı açılardan kullanıyor ve insan figürlerini her zaman fotoğrafın önünde konumlandırıyordu. Bu konumlandırmayla Robertson, fotoğraflarına doğallık katarken, mimarî eserlerin gerçek boyutları hakkında fikir edinebilmeyi sağlıyordu. Sanatçının günümüze kadar gelen eserlerine bakıldığında İstanbul’un birçok yerinden çektiği fotoğrafları mevcut olsa da Ayasofya, Sultanahmet, Beyoğlu, Galata ve Tophane civarlarına yoğunlaştığı görülüyor. Asya yakası ve İstanbul Boğazı’ndan fotoğraflar ise daha az sayıda günümüze ulaşmış. İstanbul’a ait bilinen en eski simitçi, döner kebapçısı, hamal, sahlepçi, börekçi, kayıkçı, berber görüntüleri, fotoğraf konusunda Osmanlı’nın başkentine ilkler tarihini yaşatan James Robertson’a aittir.1854–1857 yılları arasında Atina, Malta, Kudüs ve Kahire’de çekimler yapan sanatçı, başta İstanbul fotoğrafları olmak üzere bütün bu çalışmaları ile Londra, Paris, Manchester ve Edinburgh’da sergilere katıldı ve uluslararası düzeyde de büyük bir üne kavuştu.
Darphane-i Amire’de dört Osmanlı sultanı emrinde yaklaşık 40 yıl çalıştı James Robertson. Bu esnada İstanbul’dan bir hanımla evlenmiş ve üç kız çocuğu sahibi olmuştu. Uluslararası camiada ‘Robertson of Constantinople’ ismiyle nam salmıştı. Mesleğinde de kendisine çok yardımı bulunan ve pek çok fotoğrafı beraber çektikleri kayınbiraderi Felice Beato Japonya’ya taşınınca, onun ardından Yokohama’ya gitti ve 75 yaşında hayata gözlerini burada kapattı.Gelişen teknoloji, ilerleyen yaşı ve sanatın verdiği doygunlukla yavaş yavaş mesleğinin sonlarına yaklaşan Robertson, önce 1867 yılı Ekim ayında Beyoğlu’ndaki stüdyosunu kapattı ve profesyonel fotoğrafçılığı tamamen bıraktı.
Doğumunun 200. yıldönümüne denk gelen 2013 tarihinden beri dünyanın her yerinde fotoğrafları sergilenen James Robertson’un, kendine has renkli yaşamı kadar, İstanbul’un geçmişteki güzelliklerini sonsuzlaştırdığı fotoğrafları da bu eşsiz kentin değerini tüm dünyaya göstermeye vesile oluyor. James Robertson, 19. yy İstanbul’unu dünya fotoğraf tarihinin vazgeçilmez bir parçası yapan sanatçı olarak anılmaya devam edecek.
Yorumlar
Yorum Gönder