Ana içeriğe atla

YOLU AUTOBAN'DAN GEÇEN MİMARİ





RÖPORTAJ: TÜLAY ESEN


Sefer Çağlar ve Seyhan Özdemir 2003 yılında kurdukları  ‘Autoban’ adlı tasarım ofisi ile 12 yılı aşkın süredir yurt içinde ve yurt dışında kafe ve restoran tasarımları, konut, otel, perakende mağazaları, ofis, sinema salonu, öğrenci yurtları ve mobilya tasarımları gibi pek çok alanda çalışmalar yapmaya devam ediyor. 2012 yılında Ulus Savoy Projesi’nin sosyal alanlarını yapan Autoban ekibi havacılığa olan ilgileriyle bu sektörde de önemli  projelere imza attı. Atatürk Havalimanı CIP projesinden sonra son olarak “mikro mimari” yaklaşımı ile yaptıkları Bakü Haydar Aliyev Havaalanı iç mekan tasarımı ile 2014 yılı ‘Red Dot’ tasarım ödüllünün sahibi oldu. Yurt dışında yaptıkları işlerle kendinden söz ettiren başarılı ekip bu yıl, Londra’da dünya mutfağına kendine has yorumlar getiren ünlü restoran girişimcisi Alan Yau’ya ait iki restoranın tasarımını üstlendi. Sefer Çağlar, Seyhan Özdemir ve Efe Aydar ortaklığı ile ilerleyen 35 kişilik Autoban ekibi son olarak ev tipolojisine yeni bir söylem getiren “Union” koleksiyonlarını Şubat ayında Paris’te gerçekleşen Maison & Objet etkinliğinde sergiledi. Yurt içinde ve yurt dışında önemli projelere imza atan Autoban’ın başarılı tasarımcısı Sefer Çağlar ile mimariye yaklaşım tarzlarından İstanbul’un mimari dokusuna uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.


Autoban’ı diğerlerinden farklı kılan nedir?
Autoban olarak her zaman aynı bakış açısıyla yola çıkıyoruz. Bu bakış açısının temelinde mikro ölçekten makro ölçeklere kadar kullanıcıya yeni ve ilham verici deneyimler yaşatma fikri var. Asıl motivasyonumuz bu. İnsanların hayatına artı değer kazandırmak istiyoruz. Daha iyi bir hayat yaşamaları için çalışıyoruz aslında. Bunu yaparken de bir yandan ürün ve mekanın fonksiyonunu doğru şekilde yerine getirmesine çok önem veriyoruz. Bizim buradaki fikrimizin yanı sıra kullanıcıdan aldığımız brief ve onun şartları çok önemli. Tasarımlarımızın bir yandan da yeni bir önermede bulunmasına çok dikkat ediyoruz. Çünkükendimizden önceki tasarımcılara, gıpta ettiğimiz büyük mimarların çalışmalarına baktığımızda hep bir takım şeylerin üst üste gelerek bugünü oluşturduğunu görüyoruz. O yüzden çıtayı hep biraz daha yukarı çıkartmayı hedefliyoruz.
Yeni bir proje üzerinde çalışmaya başladığınızda nasıl bir süreç işliyor?
Öncelikle projenin konusuna uygun bir senaryo oluşturuyoruz. Hikaye anlatıcılığı gibi bir şey bu. Bir film seti gibi tüm detaylarıyla birlikte kurguluyoruz projeyi. Ürün tasarımıyla senaryoyu ve temel karakterleri belirliyoruz. Üstüne koyduğumuz şey; fikir. Başından beri mobilya tasarımlarımızda bir karakter oluşturuyormuş gibi yaklaşıyoruz. Tabi ki buradaki mesleki bilgi kaçınılmaz. Bir ahşap mobilya yapıyorsak, ahşap mobilyanın nasıl olması gerektiği mesleki bilgidir. Projelere bütünsel yaklaşım çok önemli çünkü insanların aklında tek bir deneyim kalmasını istiyoruz. En ince küçük detaylar bile bizim için çok önemli. Koltuğun kenarındaki bir bitiş olabilir, mimarinin kenarındaki bir bitiş ya da iç mimarinin bütün bir kesiti olabilir. Bu detaylar bizim genel tasarımımızı oluşturan şeyler. Tek bir deneyim, tek bir bakış açısı çok önemli. Bu da bizim yaklaşımımızı farklılaştıran en temel özellik.


Bir yapıyı sıfırdan inşaa etmeyi mi, yıkarak yapmak mı yoksa mevcut bir markayı yeniden inşaa etmeyi mi tercih ediyorsunuz?
Biz sonuçta meslek insanıyız. Bu her zaman çok kişisel tercihlerle olmuyor. Genel olarak bütünsel baktığınızda projeye göre değişiyor. Bizi sanatçıdan ayıran özellik tasarımla çözüm önererek konulara yaklaşıyoruz. Canım istedi şöyle yapayım, burasını yapmak içimden böyle geldi gibi şeyler hep var ama hep bir brief çerçevesinde oluşuyor. Sizin bir projeniz var, hedefleriniz ve bir bütçeniz var. Sizin bana sunduğunuz briefi yok sayamam. Çünkü tasarım ve mimarlık mesleği tek başına bir sanat gibi değil. Sanattan besleniyoruz ve ilham alıyoruz ama projeleri bütün olarak ele almak çok önemli. Bazen mimarisi hazır projeler bize geliyor. Onun içine iç mimari yapıyoruz. Bazen ise sıfırdan mimari yapıyoruz. Bununla ilgili mimari ve iç mimarinin iyi okunabildiği ve iyi ilişkide olduğu tasarımlar iyi sonuçlar veriyor. Biz her zaman mimari ve iç mimarinin uyumlu olmasını istiyoruz. Örneğin Mimar Emre Arolat’ın 2013 yılında tamamlanan Ulus’ta yaptığı Savoy projesinin sosyal alanlarını yaptık.Araziye üçgen bir formla yaklaşılmış harika bir tasarım. Bizde mimariden esinlenerek içerde insanın ihtiyaçlarını gözettiğimiz malzemelerle, üçgen tasarımı yine baz alarak ikinci bir kabuk koyduk. Bu iyi bir sonuç verdi. Çünkü insanın ihtiyaçları değişmiyor. İç mimari ve mimari bütünlüğü önemli olması nedeniyle mimariye her zaman saygı gösterme durumu söz konusu.


Hangisi size daha çok keyif veriyor?
İkisinin de kendine has zorlukları ve keyifleri var. Çıkan sonuçlar da farklı oluyor. Ama ben açıkçası kontrastları seviyorum. Eski ve yeni olmasını seviyorum. Tertemiz yepyeni harika malzemeler kullanılmış yapılardan ziyade ikisinin toplamı daha çok hoşuma gidiyor.
Ofisinizden belli oluyor…
Biz genelde şehrin eski taraflarında yaşamayı seviyoruz. Çünkü büyük bir bilgi birikimi var. Pencere oranlarından, giriş hollerine kadar eski bir bilgidir bu. Bunlarla yaşamayı seviyorum.
Haydar Aliev Havalimanı projesinden biraz bahseder misiniz?
Havacılığa ekip olarak hep ilgi duyduk. Atatürk Havalimanı CIP projesi ile bir noktaya geldik. Haydar Aliyev Havalimanı ile 65.000 m2lik yolcuların kullandığı bütün bir alanı kapsayan bir proje yaptık. Elimizde çok sevdiğimiz bir konu olan havacılık ve çok büyük ölçekler vardı. Dolayısıyla Haydar Aliyev Projesi konaklama ve yeme-içme sektöründeki deneyimimizi güzel bir şekilde entegre edilebileceğimiz bir projeydi. Çünkü havalimanı da hospitality industry’nin bir parçası. Projeye Autoban’ın mimariye yaklaşımı olan mikro mimari yaklaşımıyla yaklaştık. Bu yaklaşım diğer yaklaşımlarımızla da paralellik gösteriyor. Bakü Havalimanı futbol sahası büyüklüğünde bir boşluktu. İnsanın ölçek boyutunu göz önüne alarak insana yaklaşan duygusal ve konfor anlamında ihtiyaçlarına uygun birtakım formlar yaptık. Biz bunlara “cocoon” diyoruz. Bu form çeşitli fonksiyonları barındırıyor. Genel olarak da bir bahçeden, şehrin bir parçasından esinleniyor.
TR’nin mimari kökeninde gurur duyulacak işler var mı?
Tarihte Selçuklu İmparatorluğu’nda genelde ahşap kapılarda, yüzeylerde ve bir takım mimarilerde motifler yoğun olarak kullanmış. Baktığımız zaman bu bir sistem halinde kullanılmış ve günümüzde bir şeylere referans veriyor. Fakat günümüzde kullanılan Selçuklu motifleri tamamen sembolik motifler. Örneğin Belediye’nin yaptığı lazer kesimli demirden Selçuklu motiflerini yollarda görüyoruz. Bu yaklaşımın referans veren hiç bir tarafı yok ve estetik değil. Oysaki çok harika motifleri ve alternatifleriyle birçok müzede, camide ve eski eserlerde görüyoruz. Bunlar doğru kullanılırsa bir değer olabilir ama doğru kullanıldığına rastlamıyoruz. Bu tarz sorunların düzelmesi için yeni Türk tasarım kimliğinin oluşması gerekiyor. Maalesef şuanda bir Türk tasarım kimliğinden söz edemiyoruz. Böyle bir çalışma da yok zaten. Ki bunun olmasını Autoban olarak her zaman çok istiyoruz. Tek başımıza değil hep beraber bir söylem getirmek istiyoruz fakat bu olmuyor. Önemli olan şuan bugün ne yaptığımız. Bugün ne yaptığımız çok önemli. Bunu söylemek doğru mu bilmiyorum ama camii projeleri bundan 500 sene önceki üretim tekniği ile aynı şekilde yapılıyor. Bu doğru değil. Şuan yapılan projelere bugünün üretim teknikleri ile yaklaşılmalı.
Türkiye olarak mimari tasarımın neresindeyiz?
Mimari tasarım bilgi olduğu kadar vizyon gerektiren bir konu. Ülkemize birçok yabancı mimar davet ediliyor ve projeler isteniyor. Ama buna tam tersini sorabiliriz: yabancı ülkelerden Türk mimarlarından proje isteniyor mu? Bunun oranı aslında bu soru ülke olarak mimari tasarımın neresinde olduğumuzu gösteriyor. Mimari, mesleki bilgidir ama mimar olarak şehre kattığınız, orada yaşayanlara kattığınız şey ne kadar kabul görülüyor ve sahipleniyor? Böyle bir bakış açısı isteniyor mu bu çok önemli.

İstanbul’u gezerken neler hissediyorsunuz?
İstanbul’u gezerken bir yanımla çok görmek istiyorum, bir yanımla da hiç görmek istemiyorum. Çünkü dünyada olduğu gibi bizde de globalleşme ve yeni mimariler sorun olabiliyor. Çünkü şehirlerin kendine ait kimlikleri yok ediliyor. Ama bunu doğru yapmak çok önemli. Kentsel dönüşümle ilgili büyük bir sıkıntı var. Bir şehrin, bir parça dokusunu aldığınız zaman o şehir hakkında bir fikriniz olabilir.
Şu an İstanbul’da birim ölçüsüne düşen fikir giderek farklılaşıyor. Her semtte farklı dokularla karşılaşıyoruz. Şehrin kimliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şöyle ki eski şehir ve yeni şehir olarak baktığımızda eski şehirlerimizde bununla alakalı koruma politikaları daha iyi olmalı. Bunu daha iyi yürütmeliyiz, yerine getirmeliyiz. Yeni şehirlerde de özellikle Türkiye için baktığımızda kentsel dönüşüm bir tehlike barındırıyor tabii ki. Kültürümüzü koruyamıyoruz. Türk kültürüne baktığımızda bir mahalle, komşuluk, birbirine yakınlık vardı. Bizler birbirimize benzeyen insanlarız. Dolayısıyla bu kültürü barındırabileceğimiz bir planlama iyi sonuç getiriyor. Mimariler ne kadar farklı olursa olsun Türk kültürüne uygun tasarımlar iyi sonuç veriyor. Bu bakış açısıyla şehri eskiyi koruyarak  ve yeni bakış açıları getirerek yeniden tasarlamak gerek. Türk kültürüne uygun olmayan tasarımlar yaptığımızda kendine yabancılaşan, kimlik problemleri çeken bir toplum da tasarlamış oluyoruz. İstanbul’un kendisinde bu anlamda aslında dezavantaj olup avantaj olabilecek bir durum  var: kaotik mimari. Örneğin Flat 163 projesinde kaotik şehir dokusunun belirli bir sisteme oturtulması fikriyle hareket ettik. Mimarinin etrafındaki mahallerden ilham alarak kat kat yukarıya taşıyan, kendi kat bahçeleri olan, insanların orada sosyalleşebileceği, çıkıp hava alabileceği dikey bir proje oldu. Var olandan ilham alınarak geliştirilen fikir ve tasarımların yapılmasının İstanbul’u kimlik bunalımından kurtaracağını düşünüyorum.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖLÜMÜNÜN 14. YILINDA AHMET KAYA'NIN FEVKALE ONURLU VE HAZİN ÖYKÜSÜ - OLMASAYDI SONUMUZ BÖYLE !

HABER: TÜLAY ESEN “B ilimle anla beni felsefeyle anla, tarihle anla ve öyle yargıla.” demişti Ahmet Kaya 1988 yılında çıkarttığı ‘Başkaldırıyorum’ albümünde. Ve yıl 2014; Ahmet Kaya’nın tarihin unutulmaz kahramanlarının yattığı Pere Lachaise Mezarlığı’na gömülmesinin üstünden tam 14 yıl geçti. Günün konjonktürü onu tarihle anlamıştı artık. Ahmet Kaya’yı vatan haini ilan edenler, ona bir ödül gecesinde çatal-bıçak fırlatanlar, haberlerin üst başlığından kendisine küfür edenler bugün ondan özür diliyor, mezarına gidiyor ve başka bir dilden söylenecek bir şarkı ile ülkenin bölünmeyeceğini, aksine tüm halkların birbirine yaklaşacağını anlıyorlardı. Tarih 16 Kasım 2000… Sürgünde bir öfkeli adam. Aynı zamanda buruk ve kırgın… Öfkesinin keskinliği bu yüzden. Zamansız ve iç burkucu bir ölüm onunkisi. Hesapsız ve kitapsız bir gidiş. Ölümünden iki gün sonra kalabalıklar tabutunun başında yas tutuyor. Yer Paris Lachaise Mezarlığı, kızı Melisa ve eşi Gülten Kaya da orada. Gülten Kaya

USTALARIN GÖZDESİ: METE HOROZOĞLU

Hepimiz onu Nefes filminde ‘ uyursan ölürsün’ repliği ile ölümsüzleşen komutan karakteri ile tanıdık. Ardından, Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde oynadığı Soner karakteriyle bizden biriymiş gibi benimsedik. Mete Horozoğlu’nun oyunculuktaki başarısı sadece oynadığı rollerin keskin hatlara sahip olmasından kaynaklanmıyor. Oyuncu, aşağıdaki söyleşide detaylarını okuyacağınız gibi, oynadığı karakterleri içten dışa doğru bir yönelimle analiz ediyor, karakterin kriz anında nasıl davranabileceğini yorumluyor, üstüne giydiği karakteri gittiği her yere götürerek yol ayrımında nasıl kararlar verebileceğini düşünüyor ve objektif karşısına adeta, o karakter geçecekmiş gibi onu kendisine mal ediyor. Kayıp dizisinin ekranlara veda etmesiyle usta isimlerden gelen başrol tekliflerini değerlendiren başarılı oyuncuya hem başarısının sırrını hem de Türk dizi ve sinema sektörünü sorduk. RÖPORTAJ: TÜLAY ESEN "TAXİ DRIVER FİLMİNDE, DE NIRO'NUN, ÖYLE BİR TAKSİCİ ÖYLE BİR DÜNYAD