Ana içeriğe atla

EVANTHIA REBOUTSIKA: MÜZİKLE ÖZGÜRLEŞİYORUM


RÖPORTAJ: TÜLAY ESEN



Bazı insanların sanat yaşamı henüz kendileri doğmadan çiziliyor sanki. Sanatla içli-dışlı bir ailenin çocuğuysanız, sanatçı olmak kaderiniz oluyor ve belki en fazla hangi dalında devam edeceğinize dair tercihlerde siz müdahil olabiliyorsunuz. Serin bir kasım sabahı Yunanistan’ın cennet misali yarım adalarından Mora’nın Achaea şehrinde dünyaya gözlerini açan Evanthia Reboutsika, böylesi sanatçılardan. Çocukluk yıllarını erkek kardeşi Ploutarchos, kız kardeşleri Maria ve Ioanna ile beraber Yunanistan’ın 3. büyük şehri Patras’ta geçiren Reboutsika, doğuştan kaderi tayin edilen sanatçılardandır. Zira babası geçimlerini şehirdeki küçük sinema salonu olan Rex ile sağlıyordur ve annesi aynı salonda gişe memuresi ya da yer gösterici olarak eşine yardım ediyordur. Küçük Evanthia, her ne kadar daha konuşmayı dahi öğrenmeden filmlerle içli dışlı olduğu için aktrist olmak istese de, izlediği filmlerin müzikleri onu daha çok etkilemiştir. Ve müziğe büyük bir yatkınlığı olduğunu fark etmiştir ailesi.





Evanthia, 6 yaşında Patras Konservatuvarı’nda keman çalmaya başlar. Çok geçmeden 2 kız kardeşi Maria ve Ioanna ile erkek kardeşi Ploutarchos’la birlikte ‘Yaylı Sazlar Dörtlüsü’ kurarak önce Atina’ya, ardından da dünyaya açılırlar. 1970 yılında konservatuvar eğitimini tamamlayacağı Atina’ya taşınır. Burada Atina Konservatuvarı’nda ve alanlarında rüştünü ispat etmiş bazı hocaların gözetiminde Hellenic Konservatuvarı’nda eğitim alır.





1970 ile 1979 yılları arasında pek çok meşhur müzisyen ile beraber çalışma şansı yakalayan Raboustsika, bir dönem eğitimini tamamlamak için École Normale de Musique de Paris’e kaydolur.
İlk plak çalışması ‘Gelincikli Göl’ü 1992 yılında, ikincisi olan ‘Masum Suçlu’yu 1995’te yapan Evanthia, daha sonra birbiri peşi sıra başarılı eserlere imza atar: Sigara, Deniz Renginde Boncuk, Yedi Bardak, Sadece Bir Öpücük, Hayat Bize Ait… Şarkılarının orkestra sürümlerini de müzikseverlerle buluşturma şansını yakalayan sanatçı, Yıldız ve Dilek, Küçük Öyküler, İhanet, Taht Odası, Atina-Selanik, Taş Aslanlar gibi dizilerin de müziklerine imza atar. Yunan-Türk ortak yapımı ‘Bir Tutam Baharat’ filminin başarılı müziğiyle Selanik’te ödül alan sanatçı, Çağan Irmak’ın ‘Babam ve Oğlum’ ile ‘Ulak’ filmlerinin de müziklerini besteler.


‘Babam ve Oğlum’ filmine yaptığı müziklerle başarısını taçlandırarak Dünya Film Müzikleri’ne aday gösterilir ve ‘Yılın Keşfi’ özel ödülünü alır.  
Çocukluğunuz bize biraz Cinema Paradiso filmini hatırlattı. Sinema salonu sahibi olan bir aileden geliyorsunuz….
Doğumum, babamın sinema salonunda başlamış diyebilirim. Annemin doğum sancıları bu sinemada başlamış. Ben doğduktan yaklaşık iki ay sonra ilk kez annemin kucağında babamın sinema salonuna gitmişim. Biz dört kardeşiz. Kardeşlerimle birlikte babamın sinema salonunda büyüdük ve gösterilen bütün filmleri seyretme şansımız oldu. Babamla çok fazla vakit geçirdim orada. Makinist kabininde filmlerin çevrilmesinde ve yapıştırılmasında ona çok yardım ettim. Dolayısıyla sinema salonunda geçen bütün tiyatro kumpanyalarına da şahit oldum. Bizim quartet olarak kardeşlerimle yaptığımız ilk konser de bu sinemada gerçekleşti. Bu yüzden orada çok fazla anım var.
Çok küçük yaşta keman çalmaya başladığınızı biliyoruz. Bunda kimin etkisi oldu?
Başlangıçta babam ve büyüdüğüm çevre bunda etkili oldu. Babam, Bizans müziği uzmanıydı. Sinemasında filmlerin gösterimi için bizden fikir alırdı ve ben hep babamın salonunda Hollywood müzikallerini oynatmasını isterdim. O filmleri seyrettikten sonra kardeşlerimle birlikte aynılarını annemin mutfak aletleriyle evimizin mutfağında müzikallerdeki sanatçılar gibi çalmaya çalışırdık. Sanki onlarmış gibi grup yapardık. Bu durum babamın çok hoşuna gitmiş olacak bizi konservatuvara göndermeye karar verdi. Konservatuvarda çalacağımız enstrümanı biz belirliyorduk ve beni en çok keman cezbettiği için kemanı seçtim.



Müzisyen bir ailede büyümek nasıl bir duygu?
Çocukluk senelerimde bu duyguyu çok yoğun olarak hayatımda hissettim ve hâlâ onu üstümde taşıyorum. Şu anda ürettiklerimin de kökeninin buna dayandığına eminim. Kapısı herkese açık olan bir evimiz vardı ve çok insan gelip giderdi. Babamın çalıştığı ve tablolarını yaptığı bir oda vardı ben de orada onunla oynardım. Hem yazardı hem çizerdi ve evde her zaman bir köşede bir perde oyunu olurdu. Bize çoğu kez Karagöz oynatırdı. İlk kez kardeşlerimle oluşturduğumuz quartet iki keman, bir çello ve bir piyanodan ibaretti. Babamın, üstünde ‘Sinema’ yazan bir minibüsü vardı ve bizi o minibüsle turneye götürmüştü. Dolayısıyla sanat, kendimi bildim bileli hayatımın içinde olmasının dışında, yaşam tarzım oldu. 


Müzisyen olmak hayaliniz miydi?
Küçükken oyuncu olmak istiyordum aslında. Evin avlusunda kardeşlerimle tiyatro oynardık. Ben prensesi oynamak isterdim ama hep en küçük kardeşim prenses olurdu. Ben ondan büyük olduğum için hiçbir zaman prenses olamazdım. Bu yüzden hep içimde kalmıştır prenses olmak.
Daha küçük yaşta ünlü müzisyenlerle çalışmak nasıl bir duygu?
Müzisyenlerin bazıları beni zaten tanıyordu, bazıları duydu ve geldi, bazıları da gelip beni buldu. Quartet olarak turne yaptığımızda ‘Mucize Çocuklar’ olarak adımız duyulmuştu ve insanlar bizi tanımıştı. Zaten o ortamın içinde doğup büyüdüğüm için her şey otomatikman gelişti.
Türk filmlerine de müzik yaptınız. Türk sineması ve müziğini yaptığınız filmler konusunda neler düşünüyorsunuz?
En iyi şeyi düşünüyorum. Çok iyi artistler ve çok iyi sanatçılar var. Bu maceramın Çağan Irmak’la birlikte başlaması benim için büyük bir şanstı. Onunla ruhlarımız ve fikirlerimiz çok iyi anlaştı ve birlikte öyle güzel bir işe başladık ki gerisi çorap söküğü gibi geldi.  Çağan, benim için kardeş gibi, aileden biri gibidir. Çağan, müzikten anladığı için yaptığı işlerin içinde de müzik vardır. Dolayısıyla içimden bazı şeylerin çıkmasında bu da çok yardımcı bir etken oldu benim için. Yönetmenin ve müzisyenin bir işten böyle bir işbirliği çıkartması ve başarıya ulaşabilmesi çok önemlidir. Neticede yaptığımız işler de çok güzel ödüller aldı. Filmlerimiz çok iyi yerlere geldi. Dünya Film Müzik Ödülleri’nden ‘Babam ve Oğlum’ filmiyle ödül aldım. Bir Yunan müzisyen ve Türk yönetmenin işbirliğinden çıkan başarılı bir iş ile ödül almak çok anlamlıydı. Ödülümü aldığımda bunu dile getirmem salonda büyük bir alkışla karşılandı.

Sinemaya ilginizin küçük yaşlarda başladığını söylemiştik. Ancak soundtrack çalışmalarınız da var. Bu nasıl gelişti?
Birçok orkestrayla çaldım. Yunanistan’ın çok önemli söz yazarları ve şarkıcılarla iş yaptım. Televizyona da işler yapmaya başladım. Televizyona yaptığım ilk işin çok beğenilmesiyle çok sayıda diziye müzik yaptım. Daha sonra sinema ve tiyatro başladı. Benim için müzik psikolojik terapi gibi bir şey. Derinlerimde olan bir şeyi dışarıya çıkartıyorum aslında ve böylece özgürleşiyorum. Kendimi birçok seferinde bu durumları yaşarken buluyorum ve birçok seferinde de kötü durumları uzaklaştırıyorum kendimden. Ne için müzik yaptığım önemli değil. Ben kendimi verdiğim sürece müzik beni iyileştiren bir süreç. Yaptığım her şeyin içinde bir gerçeklik, sevgi ve aşk var. Hayatın da melodisi olduğu için bazı şeyler kendiliğinden akıyor.



Türk müziği ve müzisyenleri hakkında neler söylersiniz?
Türk müziği dinlemek çok hoşuma gidiyor. Burada çok iyi sesler ve sanatçılar var. Yunanistan’da da var. Biliyorum ki onlar sahnede buluşarak çok iyi işler yapıyorlar.



Bazı albümlerinizde şairlerle çalıştığınızı biliyoruz. Söz ile müziğin ilişkisine dair neler söylersiniz?
Bütün yaptığım şarkılardaki sözler, benim yaptığım müziğin üstüne yazılmıştır. Ben hiçbir zaman sözün üstüne müzik yazmadım. Her zaman benim müziğimin üstüne sözler yazıldı. Birçok ses sanatçısı benim melodimi alıp üstüne söz yazıp söylemişlerdir. Önce müziğin, sonra sözün çıkması gerektiğini düşünüyorum. En azından ben böyle çalışıyorum.
Konserler dolayısıyla dünyayı geziyorsunuz. Nasıl bir dünya görüyorsunuz?
Dünyanın şu anda yardıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Düşman gibi durmadan birbirimize yakın durmamız ve kenetlenerek hep birlikte bir şeyleri yapmamız gerektiğini görüyorum. Ben işimle birlikte bunu yapmaya çalışıyorum çünkü sanat ile bütün dünyaya ulaşmamız mümkün.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖLÜMÜNÜN 14. YILINDA AHMET KAYA'NIN FEVKALE ONURLU VE HAZİN ÖYKÜSÜ - OLMASAYDI SONUMUZ BÖYLE !

HABER: TÜLAY ESEN “B ilimle anla beni felsefeyle anla, tarihle anla ve öyle yargıla.” demişti Ahmet Kaya 1988 yılında çıkarttığı ‘Başkaldırıyorum’ albümünde. Ve yıl 2014; Ahmet Kaya’nın tarihin unutulmaz kahramanlarının yattığı Pere Lachaise Mezarlığı’na gömülmesinin üstünden tam 14 yıl geçti. Günün konjonktürü onu tarihle anlamıştı artık. Ahmet Kaya’yı vatan haini ilan edenler, ona bir ödül gecesinde çatal-bıçak fırlatanlar, haberlerin üst başlığından kendisine küfür edenler bugün ondan özür diliyor, mezarına gidiyor ve başka bir dilden söylenecek bir şarkı ile ülkenin bölünmeyeceğini, aksine tüm halkların birbirine yaklaşacağını anlıyorlardı. Tarih 16 Kasım 2000… Sürgünde bir öfkeli adam. Aynı zamanda buruk ve kırgın… Öfkesinin keskinliği bu yüzden. Zamansız ve iç burkucu bir ölüm onunkisi. Hesapsız ve kitapsız bir gidiş. Ölümünden iki gün sonra kalabalıklar tabutunun başında yas tutuyor. Yer Paris Lachaise Mezarlığı, kızı Melisa ve eşi Gülten Kaya da orada. Gülten Kaya

YOLU AUTOBAN'DAN GEÇEN MİMARİ

RÖPORTAJ: TÜLAY ESEN Sefer Çağlar ve Seyhan Özdemir 2003 yılında kurdukları    ‘Autoban’ adlı tasarım ofisi ile 12 yılı aşkın süredir yurt içinde ve yurt dışında kafe ve restoran tasarımları, konut, otel, perakende mağazaları, ofis, sinema salonu, öğrenci yurtları ve mobilya tasarımları gibi pek çok alanda çalışmalar yapmaya devam ediyor. 2012 yılında Ulus Savoy Projesi’nin sosyal alanlarını yapan Autoban ekibi havacılığa olan ilgileriyle bu sektörde de önemli    projelere imza attı. Atatürk Havalimanı CIP projesinden sonra son olarak “mikro mimari” yaklaşımı ile yaptıkları Bakü Haydar Aliyev Havaalanı iç mekan tasarımı ile 2014 yılı ‘Red Dot’ tasarım ödüllünün sahibi oldu. Yurt dışında yaptıkları işlerle kendinden söz ettiren başarılı ekip bu yıl, Londra’da dünya mutfağına kendine has yorumlar getiren ünlü restoran girişimcisi Alan Yau’ya ait iki restoranın tasarımını üstlendi. Sefer Çağlar, Seyhan Özdemir ve Efe Aydar ortaklığı ile ilerleyen 35 kişilik Autoban ekibi s

USTALARIN GÖZDESİ: METE HOROZOĞLU

Hepimiz onu Nefes filminde ‘ uyursan ölürsün’ repliği ile ölümsüzleşen komutan karakteri ile tanıdık. Ardından, Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde oynadığı Soner karakteriyle bizden biriymiş gibi benimsedik. Mete Horozoğlu’nun oyunculuktaki başarısı sadece oynadığı rollerin keskin hatlara sahip olmasından kaynaklanmıyor. Oyuncu, aşağıdaki söyleşide detaylarını okuyacağınız gibi, oynadığı karakterleri içten dışa doğru bir yönelimle analiz ediyor, karakterin kriz anında nasıl davranabileceğini yorumluyor, üstüne giydiği karakteri gittiği her yere götürerek yol ayrımında nasıl kararlar verebileceğini düşünüyor ve objektif karşısına adeta, o karakter geçecekmiş gibi onu kendisine mal ediyor. Kayıp dizisinin ekranlara veda etmesiyle usta isimlerden gelen başrol tekliflerini değerlendiren başarılı oyuncuya hem başarısının sırrını hem de Türk dizi ve sinema sektörünü sorduk. RÖPORTAJ: TÜLAY ESEN "TAXİ DRIVER FİLMİNDE, DE NIRO'NUN, ÖYLE BİR TAKSİCİ ÖYLE BİR DÜNYAD